9 Şubat 2023

Şehrin çıkışındaki dümdüz bozkırın ortasında inatla dikilen tek katlı, beyaz boyalı, bahçesi dikenli tellerle çevrilmiş bu müstakil eve doğru ana yolun kenarından yürüyen bir adam belirdi.

Ellerinde, omuzlarını aşağıya düşürecek kadar ağırlıkta poşet olan bu adam dümdüz uzanan yolun ucunda karınca kadar görünüyordu. Öyle ki uzaktan bakınca geliyor mu yoksa gidiyor mu anlamak güçtü.

Adam yürüdükçe silüeti büyümeye başladı. Yorulmuştu. Poşetleri yere bıraktı fakat omuzları yerine oturmadı. Adamın normal postürünün kambur olduğu çok net anlaşılıyordu. Bir süre soğuktan ve poşetin ağırlığından ağrıyan ellerini ovuşturdu, ağzıyla ellerine sıcak hava üfledi ve garip bir şekilde cebinden ıslak mendil çıkarıp ellerini sildi, ardından poşetleri tekrardan eline alarak müstakil eve doğru yürümeye başladı.

Adam evin kapısına kadar yaklaşmıştı. Poşetleri kapının önüne bıraktı. Poşetlerin içinde türlü temizlik malzemeleri vardı. Şişe şişe çamaşır suları, deterjanlar, sabunlar…

Cebindeki ıslak mendili tekrardan çıkarıp kapı kolunu mendille beraber kavradı. Suratındaki memnuniyetsizlik ifadesi ile birlikte kapıyı açıp kambur adımlarla içeri girdi. Doğrudan lavaboya doğru yöneldi ve malzemeleri poşetten çıkarıp yıkamaya başladı.

Aynadan adamın suratı korkunç görünüyordu, çünkü suratında tek bir tüy bile yoktu. Ne saçı, ne kaşı, ne kirpiği, ne sakalı… Suratı kireç gibi bembeyaz bir tenden ibaretti. Soğuk su ellerini hissisleştirmiş olmasına rağmen malzemeleri yıkamaya devam etti. Ardından yıkanmış deterjanları raflara dizdikten sonra poşetleri elinin içinde kıvrıştırıp çöpe attı ve elini son bir defa daha yıkadı. Ardından ıslak mendilini çıkardı ve yıkanmış elinin üstünden geçti.

O bir obsesif temizlik hastasıydı. Yıllardır babasından kalan bu evde, babasından kalan maaş ile yaşıyordu. Hiçbir sosyal hayatı yoktu, hiçbir hobisi yoktu, hiçbir tanıdığı yoktu. Öyle ki televizyon izlemek bile onda temizlik yapma dürtüsünü uyandırıyordu.

Küçükken birkaç arkadaşı olmuştu fakat arkadaşlarına hamam böceği muamelesi yaptığı için bir süre sonra dışlanmıştı. Okul hayatı onun için tam bir kabustu, o yüzden liseden sonra oku(ya)madı hiç. Okuldayken ellerini her tenefüste tenefüs boyunca yıkardı. Masasını ıslak mendille kazırcasına temizlerdi. Elleri bu kadar tahriş olmaya dayanamadığından derisi pul pul dökülmüştü ve yer yer kanıyordu.

O yıllarda psikolojik destek almıştı fakat psikoloğun odasında iken o odaya gün boyu girmiş olan kişileri zihninde hayal ediyor ve koltuğa dahi oturmaktan çekiniyordu. Kendisini asla psikoloğa veremediğinden gittiği tüm terapiler çabasız kaldı. Her terapiye gidişinde işler daha da zorlaşıyordu. Bir süre sonra da pes etti.

Babasından kalan bu evin zeminini, tavanını ve duvarlarını beyaz fayans ile kaplattırmıştı. Böylece duvarları hortumla yıkayabiliyordu. Eşya olarak neredeyse hiçbir şey yok denilebilirdi. Kapalı perdeler, dört tarafı bembeyaz fayans olan duvarlar, tavanda yanan beyaz florasan ışık, neredeyse her nefes alındığında insanın ciğerlerine nüfus eden jilet gibi keskin çamaşır suyu kokusu bu evi adeta bir ameliyathane havasına bürümüştü. Belki de hiçbir ameliyathane onun evi kadar steril olamazdı.

dışarıdan geldiği kıyafetlerini bir çırpıda çıkardı, makineye attı ve makinenin ilaç bölmesini ağzına kadar doldurdu. Ardından kendisini duşa attı. Ev öylesine soğuktu ki sıcak su bile banyonun beyaz fayanslarını ısıtmaya yetmemişti. Duş alırken fayansa çarpan teni ürperiyordu. Şampuan şişesinin neredeyse yarısını saçsız kafa derisine boşalttı. Derisini yüzercesine ovaladı kafasını. Ardından eline aldığı keseyle tüm tenini kıpkırmızı yapacak şekilde keseledi. Ardından döktüğü duş jeli kızarmış ve tahriş olmuş tenini öylesine yaktı ki neredeyse çığlık atacaktı.

Bir saati geçkin bir süre yıkandı ve bembeyaz havlusu ile kurulanıp kendisini keskin çamaşır kokulu odanın bir köşesinde bulunan yalnız demir sandalyenin üzerine attı.

Topuklarını kalçasının hemen önünde duracak şekilde sandalyeye koydu, kafasını ise kollarının arasında iyice sıkıştırıp neredeyse oturur bir cenin pozisyonuna girdi. Koltuk altlarını kokladı derisini parçalamış olmasına rağmen sanki yine de bir koku alıyor gibiydi. Sinirinden kollarıyla kafatasına baskı uygulamaya devam etti.

Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez; birden karnına bıçak gibi saplanan bir ağrı onu sandalyesinde dört büklüm yaptı. Ağrı geçmiyordu. Geçmek bir kenara dursun git gide daha da artıyordu. Derken bembeyaz oda gözünde giderek siyahlaşmaya başladı.

Kan şekerinin düşmüş olduğunu, açlıktan neredeyse bayılacak halde olduğunu anladı. En son ne zaman bir şeyler yediğini hatırlamıyordu. Acilen bir şeyler atıştırması gerekti. Güç bela kendisini endüstriyel mutfak malzemeleri ile döşenmiş mutfağına attı.

Paslanmaz çelik buzdolabının kapağında kendi yansımasını görüyordu.

İnsan elinin temas ettiği meyve, sebze, et gibi gıdaları asla almazdı. Sadece paketlenmiş ürün tüketiyordu fakat dolabını açtığında dolapta hiçbir şey kalmamış olduğunu gördü. Dışarı çok nadir çıkardı ve bu çıkışında yiyecek bir şeyler almayı unuttuğunu anladı. Tekrar dışarı çıkmak onun için dayanılmaz bir kabus halini alacaktı çünkü yürüyerek gitmesi gerekti.

Aracı yoktu. Toplu taşıma ise asla kullanmazdı.

Dolabın en altında gözüne küçük bir leke ilişti. Yere çömelip oldukça yakından lekeyi incelerken tüm bu aksiliklerin bir araya gelmesinin oluşturduğu sinir dalgasıyla odasından ıslak mendil almak için birden ayağa fırladı ve fırlamasıyla yere düşmesi bir oldu. Bu ani hareket sonucunda gözleri kararmıştı, üstüne kan şekerinin düşüklüğü de eklenince tüm bu ahval onu ancak beş yaşındaki bir çocuk kadar güçlü yapabiliyordu.

Biraz dinlenip usulca doğruldu ve ıslak mendilini alıp dolaptaki lekeyi sildi. Ardından açlığına bir çözüm bulması gerektiğine kanaat getirdi. Aksi halde bayılıp kalacaktı.

Bunun üzerine o güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapmaya karar verdi; dışarıdan yemek söylemek.

Evi şehrin çıkışında olduğu için oldukça yüksek tutarda sipariş geçmesi gerekiyordu sipariş verebilmesi için. O da öyle yaptı ama gelen siparişlerden sadece ölmeyecek kadarını yiyeceğine adı kadar emindi. Hatta adından daha emindi.

Siparişi verir vermez hemen evin kapısından dışarı çıktı ve bahçenin kapısında kuryeyi beklemeye koyuldu. Kuryenin bahçe kapısından girip evinin kapısına dokunması fikri onu açlıktan bile daha çok korkutuyordu.

Üzerinde sadece bembeyaz pijamaları vardı, gittikçe kararan bu soğuk havada dışarıda beklemekten buz kesmişti ama beklemeye kararlıydı. Yaklaşık bir saatlik bir bekleyiş sonucunda kurye siparişleri getirdi.

Poşetleri parmaklarının ucuyla tutarak teslim aldı ve kuryeye banka kartını uzattı. Asla nakit para kullanmazdı. Paraya dokunma fikri bile onun midesinin bulanmasına yetiyordu.

Kurye oldukça şaşkın gözlerle bu adama bakıyordu. Hatta akşam vaktinde bembeyaz parlayan bu adamdan besbelli korkmuştu. Belli etmemeye çalıştı ve kartı pos cihazına soktu. Ama bir sorun vardı; pos cihazı kartı okumuyordu.

Kart, defalarca silinmekten kazınmıştı ve artık işlevini görmüyordu. Üzerinde nakit de yoktu.

Ne yapacağını bilemedi ve birden ağzından şu sözler çıktı: ”Ben birazdan gelir öderim.”

Kurye fazla diretmedi ve tamam deyip hızla uzaklaştı.

Kurye gözden kaybolduktan sonra bahçe kapısından elindeki poşetlerle beraber dışarı çıktı, kapının önünde duran çöpün yanına oturdu ve poşetleri açtıktan sonra bir eliyle burnunu tutarak yemekleri acele bir şekilde yedi. Daha tam doymamıştı ama kusmamak için kalanını yemeyi bıraktı. Yemekleri çöpe attı ve koşarak evine girdi. Hemen soyundu. Kendisini kirlenmiş hissediyordu. Tekrardan duşa girdi. Neresine dokunsa sızlıyordu. Acıdan ağlaya ağlaya duş aldı.

Tekrardan giyindi ve ceplerini küçük ıslak mendilleri ile tıka basa doldurup kendisini dışarı attı. Artık hava kararmıştı. Şehre doğru yürümeye başladı. Birkaç tane araba durdu kendisini almak için ama reddetti. Tüm soğuğa rağmen hiçbir arabaya binmedi. Binse delireceğinden emindi.

Güç bela sipariş verdiği restoranı buldu, ödemesini yaptı ve kendisini restoranın tuvaletine attı. Kendini tarifi imkansız bir şekilde kirlenmiş hissediyordu. Öyle ki ıslak mendiller kifayetsizdi artık.

Yemeklerini sipariş ettiği restoranın lavabosuna yediği yemekleri kustu ve kendisini hemen dışarı attı.

Yıllardır boş zamanlarında düşündüğü bir şey vardı. Öyle ki bu hastalıklı düşünce onun tek meşguliyeti de denilebilirdi.

Bu düşüncesini beynindeki tek kirli nokta, temizlenmesi gereken büyük bir leke olarak görüyordu ama bu lekeyi temizlemenin bedeli onun için oyunun sonu demekti. O yüzden yıllardır sadece düşünmekle yetiniyordu fakat o gece kendisini öylesine kirli hissediyordu ki aniden içinde beliren bu temizlik yapma dürtüsüne karşı koy(a)madı.

Şehirde biraz dolaşıp henüz kapanmamış bir hırdavatçı buldu, hırdavatçıdan kalınca bir ip seçti ve alıp şehrin dışındaki evine doğru tekrardan yürümeye başladı.

Ayakları artık yürümekten su toplamıştı ve omzuna sardığı ipin temas ettiği her nokta ürperiyordu.

Bu temizlik konusundaki obsesyonu her geçen yıl daha da artmaya başlamıştı. İlk zamanlarda biraz katlanılır bir durum olsa da son yıllarda artık hiçbir şey yapamıyordu temizlik yapmaktan ve temizlik düşünmekten başka. Dışarıya aynı günde iki defa çıkmanın, dışarıdan ilk defa yemek yemenin, bir hırdavatçıdan ip almanın ve o ipe uzun süre dokunmanın ağırlığı onun için dayanılmazdı.

O gün iki defa duş almış olmasına rağmen eve girer girmez soyunup kendisini hemen duşa attı. Artık derisi bu eziyete katlanamıyordu fakat o çektiği tüm acılara rağmen derisini yüzercesine temizledi.

Duştan çıkıp bembeyaz pijama takımlarından yenisini giydi eski kıyafetlerini ve hırdavatçıdan aldığı ipi makineye attı. Ardından elini yıkadı, kuruladı ve son bir defa ıslak mendille sildi.

Bembeyaz florasan ışığı altındaki beyaz fayans döşenmiş odanın köşesinde duran demir sandalyesinin üzerinde oturur cenin pozisyonunu aldı ve çamaşır makinesi bitene kadar tek bir defa bile kıpırdamadı.

Ardından büyük bir dinginlikle doğruldu, çamaşırlarını güzelce astı, ipi baştan sona bir paket ıslak mendil ile sildi ve beynindeki o yıllardır çıkmayan lekeyi temizledi.

Temizlenmekten derisi paramparça olmuş, bembeyaz bu evin içindeki beyaz pijamalı adam büyük bir sükunetle tavanda sallanıyordu.

Artık beyni de dahil olmak üzere o; dünyanın en temiz adamıydı. Dünyanın en temiz evinde, dünyanın en temiz ipiyle dünyanın en temiz tavanında sallanıyordu…